Ezgi Tatlıoğlu – Avustralya
İnsanlarını artık tanıyamadığım bir ülkenin başkentinden çıktım. Aslında gelmek değildi bir nevi kaçmaktı. Birçok şey çalınmıştı evet ama bana en çok koyan sabah uykusundan uyanmanın verdiği huzurun çalınmış olmasıydı.
Birçok neden vardı ve olacaktı ama ben sabah ağlamalarımı “kartopu oynarken!!!” gerektiğinde polis, asker, hakim olabilecek bir esnaf tarafından Nuh Köklü öldürüldüğünde bıraktım. Tek tek öldürülüşümüze ayrı, bombalarla toplu olarak öldürülüşümüze ayrı sevinen bir çoğunlukla nasıl bir arada yaşanır, nasıl nefes alınır, nasıl geleceğe dair umut beslenir sorularıyla doldurdum kalbimi. Ve hiçbir cevabım yoktu. “Gezi” bir umuttu diyebildim sadece… Bir sene önce o tren garının önünde çektiğim fotoğraflara baktım en son ve bir daha ne zaman bir araya toplansak bizi yine bombalarla vurabilecekleri korkusunun içime yerleştiğini farketttim. Ve bu korkuyu birçok insanın da hissettiğini. İkinci bir “Gezi” olma ihtimalinin kalmadığı gerçeğiyle yüzleştim. Sokaklarına kan bulaşmıştı çocukluğumun ve temizlenme ihtimali yoktu…
30 yaşındaydım. Siyaset okumuştum (saçmalık), doktora öğrencisiydim. Kariyer noktasında sistemin her türlü arazına denk gelmiştim ve akademik camianın akademisyen seçme noktasında ne kadar pisliğe bulaşmış olduğuna birebir şahit olduğum için o umudumu da o yolda kaybetmiştim.
Örgütlülüğün gücüne, örgütlenmenin bir partiyi değiştirebileceğine, o parti değişirse ülkede de değişim kıvılcımının ateşlenebileceğine inandım sonra. Ama orada da, koca koca adamların ülke yanarken, gençler ölürken nasıl koltuklarına sıkı sıkı sarıldığını, hemşehrili olmanın, bir etnik kökene, bir mezhebe ait olmanın ne denli prim yaptığını, arkadaşın arkadaşı güç ve makam uğruna nasıl sattığını gördüm.
Tek istediğim sabah uykusundan uyanmanın içimi umutla kaplayan huzuruydu. Hani o Barış Manço’nun “Bugün Bayram” şarkısıyla öpülerek uyandırıldığımız naif sabahların huzuru…
Bu yazı ilk olarak 22 Temmuz 2016’da gitsesi.com‘da yayınlanmıştır.
Nuh Köklü Fotoğraf: onedio.com